Arta Kalan 24 Saatte İzlenebilecek 5 Film
- Arkaplan Dergi
- Feb 29, 2024
- 4 min read
Updated: Mar 15, 2024
Lilja 4-Ever (2002)
İsveçli yönetmen Lukas Moodysson tarafından yazılıp yönetilen, İsveç-Danimarka yapımı film 12 ödüle sahiptir. Eski Sovyetler Birliği'nde fakir ve yoksul bir mahallede yaşayan genç kız Lilja’nın (Oksana Akinshina) dramatik hikayesini anlatır. Annesi onu sevgilisiyle terk edip Amerika’ya kaçtıktan sonra kendi başına yaşam mücadelesi vermeye çalışan Lilja kendisi gibi ailesi tarafından evden atılmış bir çocuk olan Volodya (Artyom Bogucharsky) ile arkadaşlık kurmaya başlar. Filmin bir diğer yarısında ise Lilja’nin Andrey (Pavel Ponomaryov) adlı adam tarafından kandırılarak İsveç’e gitmesini ve orada fahişelik yapmaya zorunda bırakılmasını izleriz. Şiddetin, özellikle kadına uygulanan her türlü istismarın, sinemada konu olarak ele alınması bence hassas yapılması gereken bir iştir. Filmin bana göre en etkileyici yönlerinden bir tanesi zekice yerleştirilmiş kamera açıları sayesinde olayları Lilja’nin gözlerinden izleyebilmemiz ve bu sayede şiddetin izleyiciye bir nesne olarak değil, aksine izleyicinin de aynı şiddete maruz kalabilmesidir. Filmde soğuk/donuk renklerin veya neona yakın parlak renklerin tercih edilmesi bitmeyen bir rahatsızlık hissiyatı yaratarak amacına ulaşıyor. Ancak filmin beni duygusal yönden en derinden etkileyen noktası ise hiç şüphesiz Rammstein'ın “Mein Herz brennt” şarkısının eşlik ettiği açılış ve final sahneleridir. Bu şarkıyı ilerleyen zamanlarda dinlediğimde daima Lilja gibi hissetmişimdir.
Dead Man’s Shoes (2004)
Shane Meadows tarafından yönetilmiş psikolojik bir gerilim filmi olan Dead Man’s Shoes askerden dönen Richard'ın (Paddy Considine) zihinsel engelli kardeşi Anthony’nin (Toby Kebbell) intikamını almasını konu edinir. Abisinin yokluğunda bir grup uyuşturucu satıcısı tarafından zorbalanan ve istismara uğrayan Anthony’nin anıları flashbackler olarak karşımıza çıkar. Kitchen sink realism türünün en beğendiğim örneklerinden biri olan film, Paddy Considine’in ve ilk film deneyimi olmasına rağmen Toby Kebbell’in mükemmel oyunculuğuyla birleşerek, aynı zamanda gerici bir sakinliği ve yıkıcı bir realiteyi içinde barındırır. Olay kurgusu zekice yapılarak süregelen bir gizem havası filme hakim olmuştur. Flashback sahnelerinin siyah beyaz çekilmesi ve serbest kamera kullanımı da korkutucu bir gerçeklik ortaya çıkararak filmin öne çıkmasını sağlamıştır.
A Separation (2011)
İranlı yönetmen Asghar Farhadi tarafından yazılıp yönetilmiş Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ı dahil 50’ye yakın ödüllü bir drama filmi. İslamik rejimin iktidara gelmesinden sonra 1950-2005 yılları arasında ortalama 1 milyon İranlı ülkelerini terk etmek zorunda kaldı. O dönemde İran hem politik hem de ekonomik olarak bir ayrılmanın içindeydi. Farhadi, ülkesinin bu siyasi çalkantılı döneminin ahlaki, politik ve ekonomik analizini filmi üzerinden incelikli bir şekilde işlemiş. Ülkeden ayrılıp yurt dışına gitmek isteyen Simin (Leyla Hatemi) ve Alzheimer’li babasına bakmak zorunda olan ve kızı Termeh (Sarina Farhadi) ile ülkede kalmak isteyen Nadir’in (Peyman Muadi) boşanmalarını konu alıyor. Olay örgüsü ise Alzheimer’li babanın bakımı için işe alınan daha düşük bir sosyo-ekonomik sınıfa mensup olan Razieh’nin (Sareh Bayat), yaşlı adamı bir gün evde yalnız bırakması üzerinden işlenir. Bunu öğrenen Nadir Razieh’le kavga eder ve onu evin dışına iter. Sonrasında ise Razieh’nin karnındaki bebeğini düşürdüğünü öğrenirler. Farhadi’nin yalın ama çok katmanlı anlatımıyla, film süresince kimin yalan söyleyip söylemediğini ya da haklı olup olmadığını tam olarak anlayamayız. Zaten Farhadi, bir röportajında onun ilgisini çekenin yalan söyleyen insanlar değil, o insanları yalan söylemeye zorunlu bırakan durumların ne olduğunu anlamak olduğunu söyler. İzleyici filmi izlerken karakterler hakkında kesin bir taraf tutamaz ve işlenen dualizmin içinde yapabildiği tek şey empati kurmaktır. Filmde iki farklı yapıda aile vardır: Biri görece daha laik ve ekonomik durumları daha iyiyken bir taraf daha fakir ve daha muhafazakardır. Bir taraf ülkeden ayrılmak ister bir taraf ülkede kalmak ve mücadelesine devam etmek zorundadır. Termeh’nin boşanmanın eşiğinde olan ebeveynlerinin arasında bir seçim yapmak zorunda bırakılması ise Farhadi’nin deyişiyle İranlı genç jenerasyonun ülkelerinde kalma veya terk etmeyi seçmekte zorunlu bırakılmalarını temsil eder.
Pandoranın Kutusu (2008)
Yeşim Ustaoğlu’nun kaleminden ve usta yönetmenliğinden çıkmış bir aile dramı filmi. Birbirinden farklı hayatlara sahip olan 3 kardeş Güzin, Mehmet ve Nesrin; Karadeniz’de bir köyde tek başına yaşayan anneleri Nusret’in kaybolduğunu öğrendikten sonra bir araya gelmek zorunda kalırlar. Daha sonraları hafıza kaybı yaşayan Nusret, kızı Nesrin’in evinde kalır. Bu etkileşim kendi aralarında ve anneleriyle aralarındaki sorunlu aile dinamiklerini ve kendi hayatlarının kırılgan noktalarını bize gösterir. Nesrin’in oğlu Murat'ın (Onur Ünsal) evden kaçmasıyla ve Nusret’in de yollarının Murat’la kesişmesiyle olaylar düğümlenir. Özüne indiğimizde her karakter aslında bir şeyden kaçar veya yalnızdır. Murat ailesinden, Nesrin evliliğindeki problemlerden ve annesine karşı hissettiği içerlemeden, Güzin kendisinden, Mehmet ise hayatın kendisinden kaçar. Yeşim Ustaoğlu Murat ve Nusret üzerinden bütün bu karakterlere değinir. Filmde beni sinematografik açıdan en çok tatmin eden görüntüler ise finaldeki kırsalda geçen ve Murat ile Nusret’in Mehmet’in evinde kaldıkları sahnelerdir. Derya Alabora, Osman Sonant gibi yetenekli oyuncuların bulunduğu Ustaoğlu'nun bu imza filminin fikrimce Türk sinemasında ayrı bir yeri vardır.
Takva (2006)
Yönetmenliğini Özer Kızıltan’ın yaptığı, senaryosunu aktivist Önder Çakar’ın yazdığı (Gemide, Laleli’de bir Azize filmlerinin senaristi) Yeni Sinemacılar tarafından yapımının üstlendiği bir drama filmidir. Performansı sayesinde birden fazla En İyi Erkek Oyuncu ödülü kazanmış olan Erkan Can Muharrem karakteriyle filmin başrolü olarak karşımıza çıkar. Muharrem yalnız yaşayan ve bağlı olduğu dergahın sadık bir üyesi olan dünya işlerinden elini eteğini çekmiş bir insandır. Filmin isminden de anlaşılacağı üzere Muharrem takva sahibi bir Müslüman'dır ve Allah'ın buyruklarını yerine getirmeye özen gösterir, günah işlemekten kaçınır. Bir gün tarikatin şeyhi onu dergahın mali işlerini yürütmekle görevlendirir. Bu durum Muharrem’in hayat felsefesine karşı olsa da Allah korkusu içinde kabul eder. Ancak bu zamana kadar sakındığı dünyayla interaksiyona geçmesi onda ciddi psikolojik etkiler bırakır. Her gece rüyasında para, alkol, sex (her gece aynı kadını görür) vb. günahlar işler. İzleyiciye felsefi sorular sordurtan, tarikat vb. yapıların iç dünyasına tanık olduğumuz bu film tartışmalı yapısıyla izlemeye değer bir kült Türk filmidir.
Yazan: Zehra Tuba Polat
Comments